2 Ağustos 2016 Salı

TİSİOS' un KAYIĞI / İlias Venezis'in çocuklar&büyükler için hikayeler kitabından öyküler

D A F N İ









STREFİS TEPESİNİN KUZEY YAMACINDAKİ BÖLGE, yani Areos parkının çevresi bir vakitler çok ıssız, çorak bir yerdi. Bitmiş tek bir ağaç bile göremezdiniz, her yeri kuru ot kaplamıştı, hava kararırken Türk Dağlarının sert hatları arasından sızan bir tutam mavi ışık bölgeyi aydınlatırdı. O saatlerde kuşlar uçuşarak, her biri tepenin kovuklarındaki yuvalarına çekilirdi ve zaman zaman da çocuklar onları avlamak için gelirlerdi. Fakat bu uzun bir yürüyüştü ve Strefis tepesi çoğu zaman yalnız ve sessizdi. Yanından akıp giden ve sularını kaderlerini bulacakları Saranikos denizine akıtan ırmağın sesinde onların öyküsünü dinlerdi.
         O taraflarda, Zaymi yolunda, avlusunda birkaç ağaç bitmiş küçük bir taverna[1] vardı. Genç kızlar ve oğlanlar  Scan10044.JPGScan10045.JPGbirbirlerine aşklarını fısıldamak ve öpüşmek için giderlerdi. Ege adalarından ve yörelerinin dağlarından gelen yoksul öğrencilerdi. Atina gibi büyük bir kenti ilk defa görüyorlardı, böyle büyüleyici bir seyahate çıkmayı ilk defa deniyorlardı. Kestane rengi gözleri, simsiyah saçları, genç bedenlerinde ucuz basmadan giysileri vardı, gürültü yapmazlardı, bademle uzo içer ve hava kararıncaya ve yıldızlar çıkıncaya kadar saatlerce sessiz sedasız otururlardı. O zaman da oğlanlar kızlarını öperler, nehrin fısıltısını dinlerler ve birbirlerine memleketlerinin denizlerinin, dağlarının hikâyelerini anlatırlardı.
         Fakat böyle müşterilerle Zaymi yolundaki taverna çok iş yapmaya başladı, Plaka’daki[2] meslektaşları bunu çok kıskandı, Psirri’dekiler ve tanınmış başka yerlerdekiler de kıskandı.
         <<Ne yapacaksın, ne hayat bulacaksın bu çocuklarla!>> diyordu kendi kendine, taverna sahibi. <<Bunlar göğe bakmaktan ve iç çekmekten başka ne bilirler. Şaraptan ne anlarlar!>>
         Asla müşterilerinin sarhoş olduğunu, ortalığa döküp saçtığını görmemişti. Sadece yılın belirli mevsimlerinde –yaz başları ve sonbahar sonunda- Zaymi yolunun tavernasında ağaçların altında bir şeylerin canlandığını gözlüyordu. Hava kararırken âşıkların gürültüsü daha fazla ve iç çekişleri daha canlı oluyordu, ara sıra içki ve meze siparişi için coşkuyla bağırıyorlardı: bu zamanlar ya öğrenciler memleketlerine gidiyordu, vedalaşma zamanıydı, ya da memleketten dönüyorlardı ve sevgilileriyle yeniden kavuşma zamanıydı.
         <<Bu taverna hiçbir şekilde sarsılmaz!>> diyordu taverna sahibi Thomas. <<Ama Plaka’dan müşteri çekmek için de bir kurnazlık düşünmelisin! Onlar o kadar acayip insanlar ki!>>
         Şimşek bakışlı, koca bıyıklı, saf, şişko biriydi. Kalbinde bir rahatsızlık vardı –doktorlar ona üzülmeyi bırak, her şeyi düşünüp dert edinme demişti. Mademki hep sağduyuyla bir şey olmuyordu, o zaman kaderin neyse o olsun dedi.
         Şöyle oldu:
         Strefis tepesi yöresindeki birkaç evden birinde Dafni kalıyordu, yeşil gözlü çok garip bir genç kızdı. Fakir bir zanaatkâr olan babasıyla yaşıyordu, evde başka biri de olmadığı için küçükten beri yalnız oturmasını ve hayal kurmasını öğrendi. O zamanlar odasını kırmızı üniformalı süvariler[3], gemiler, balıklar ve vahşi hayvanlar dolduruyordu. Bütün bu şeyler odasında birlikte yüzüyordu ve Dafni onlarla çok iyi arkadaş olmuştu, kâh altın ata, kâh kırmızı balığa, bazen de yelkenli bir gemiye binerek günlerini geçiriyordu. Güneşin Saranikos denizine alçaldığı zamanlarda Strefis tepesine çıkıyordu. Kayalıklarda, mağaralarda ve ıssız vadilerde dolaşarak avarelik ediyordu. Çok uzaktan duyulan şehrin uğultusunu dinliyordu, deniz ve Salamina dağları renkten renge girerken ortaya çıkan Scan10046.JPGışık oyunlarını seyrediyordu ve akşam büyülenmiş olarak evlerine dönüyordu.
         <<Vadiler bu akşam çok ıssızdı>>, diyordu babasına.
         Ya da:
         <<Tepeden büyük bir bulut geçti>>.
         Daha önemli şeylere de rastladığı oluyordu.
<<Bu akşam yeşil kuyruklu bir kuş geldi>>, diyordu. <<Karatavuk muydu?>>
         <<Karatavuk yeşil kuyruklu olmaz>>, diye cevap veriyordu babası.
<<Tepenin sakinlerini tanımayı ne zaman öğreneceksin?>>
    << Bir gün gelir kuşları tanımayı öğrenirim babacığım>> diye inatla cevaplıyordu kızcağız.
         Ve sonra da:
         <<O, baba sen ne bilirsin benim tepem hakkında! Diyordu ona ve yaz gecelerini anımsıyordu, sımsıcak toprağa uzandığı zaman duyduğu yerin garip sesini anımsıyordu, kayaların çıtırtısını, çalıların hışırtısını.
         <<Bu akşam tepenin her yerinde her şey konuşuyordu>>, demişti bir keresinde babasına.
         <<Bu akşam gerçekten her şey konuştu mu tepede?>>
         Fakat Dafni ona cevap vermedi, çünkü bu şeylerin sesini sadece kendisinin duyabileceğini biliyordu.
         Bir akşam vakti, Dafni Strefis tepesinden beklenmedik bir olay görerek eve döndü: yuvası içinde oturan daha tüyleri bitmemiş bir kartal yavrusu. Neopolis’in bazı bitirim çocukları Likavipos’un çıplak kayalıklarında yuvayı bulmuşlar ve <<Onu Strefis tepesine götürüp bırakalım, bakalım anası onu bulabilecek mi?>> demişler. Böylece, yavruya ne büyük işkence olacağını düşünmelerine rağmen onu yuvasından almışlar, Strefis tepesine kadar uzun bir yolculuk yapmışlar ve orada bir kovuğa onu bırakmışlar ve gitmişler. <<Öbür gün görmeye geliriz>>, demişler ve aralarında anlaşmışlar.  
Dafni Neapolis’in bitirimlerini gördü ve orada bir yere saklandı, konuşmaları duydu.                                                                      .        <<Ah, zavallı kartalcık!>> diye üzüldü. <<Acaba ana kartal onu bulabilecek mi?>>
         O gece yavru kartalı düşünmekten hiç uyuyamadı. Ancak gün ağarırken uykuya daldı, rüyasında ana kartalı gördü: kanatları akan kanından kıpkırmızıydı ve yüreği parçalanarak kendini bulutlara vuruyordu, bulutlar da onu kırmızıya boyuyordu.
         Sabahleyin çırpınarak uyandı ve hemen tepedeki kovuğa gitti. Yapayalnız, soğuktan tir tir titreyen, acıkmış, yavru kuş oradaydı.
         <<Ah, anası onu bulamayacak>>, dedi Dafni, üzüntüden kahrolarak. <<Yaralı ve bulutların içinde ölecek. Bu yavru ne olacak burada?>>
         Çok düşündü, yarını düşündü, bugünü de düşündü, belki o serseri çocuklar bugün gelirlerdi,  onu bulurlarsa alıp işkence yaparlardı.
         O zaman kararını verdi:
         <<Onu kurtarmalıyım>>.
         Kuşu yuvasıyla beraber aldı ve Zaymi yolundaki tavernanın sahibi Thomas amcaya götürdü. Onun kuşlardan anladığını ve sevdiğini biliyordu, bir yığın saka kuşu ve kanaryayı kafeste beslediğini görmüştü.
         <<Bu ne Dafni?>> Tavernacı şaşırarak sordu.
         <<Ah, baksana Thomas amca! Sana bir yavru kartal getirdim!>>
         <<Kartal mı?>>
         Dafni kuşun hikayesini bir çırpıda anlattı.
         <<Besle onu, Thomas amca, büyüyüp tüyleri çıkana kadar. O zaman bırakırsın>>.
         Ona öyle kalpten yalvardı ki adam da kabul etti.
         <<Peki Dafni. Kartalın kafeste saklandığı görülmemiştir ama hatırın için onu kabul edeceğim. Çünkü bırakırsak ne olacak buna?>>
         Thomas amca o akşam kartalı büyük bir kafese koydu, ona pirinç, yeşil yaprak ve su verdi. Fakat küçük vahşi kuş hiç birine dokunmadı.
         <<Bununla nasıl olacak?>> Ertesi gün böyle dedi Thomas amca ile Dafni. <<Böyle giderse ölecek>>.
         <<Daha çok küçük ve çaylak>>, dedi kız.       <<Anasız yapamayacak>>.
         <<Anasını da nerden bulacağız? Tabi onu çağıramayız>>.
         <<Tabi onu çağıramayız>>. Kızcağız papağan gibi tekrarladı,
         Çok üzgündü, zira kuşun ümitsiz durumunu görüyordu.
         <<Şayet anasını bulursak, şayet ona bir ana bulursak...>>, diye kendi kendine konuşmaya başladı.
         Böyle düşünüp dururken aniden gözü bir yere takıldı.
         <<Denesek bir kere... Onu bir kere denesek...>>, diye devamlı mırıldanıyordu.
         Thomas amca dönüp şaşkınlıkla baktı:
         <<Ne demek istiyorsun, Dafni?>>
         <<O, evet! Evet! Bırak deneyelim!>>dedi kararlılıkla kızcağız. <<Ona bir anne verelim! Thomas amca, ne olur hayır deme!>>
         Ona düşüncesini anlattı: Tavernadaki bir çok kafesten birinde bir keklik vardı –Thomas amcanın çok sevdiği gözü gibi baktığı bir kuştu. Sakin bir kuştu, Çok yalnız ve kimsesizdi. Neden yavru kartalı onun yanına koymasınlar?
         <<Böylece kekliğe de iyilik etmiş oluruz>> dedi Dafni.
         <<Hayır! Hayır! Nasıl olur? Dedi adam. <<Keklik evcil kuştur, kartal ise vahşi kuştur. Eminim, onu parçalar! Bunu şimdi yapamasa bile, çünkü daha buna gücü yok, biraz büyüyünce yapacaktır. Hayır, Dafni!>>
         <<Gel, Thomas amca!>> Onu çekiştirdi kız. <<Göreceksin ki ona zarar vermeyecek. Alıştıklarını göreceksin. Ben kuşlardan anlarım. Sonunda korkulacak bir şey görürsen onları ayırırız>>.
         Kızcağız ona çok yalvardı, sonunda kızın karşı konulmaz isteğine, büyük diretme gücüne dayanamadı:
         <<İyi>>, dedi. <<Deneyelim>>.
         Öyle de oldu. Kekliğin büyük kafesine yavru kartalı koydular. İlk gün kafeste keklik bir köşeye kartal diğer köşeye çekildi. Kuşlar birbirine meraklı gözlerle baktılar, bazen düşmanca bazen korkuyla. Akşama kadar hiçbiri yerinden kımıldamaya cesaret etmedi ve diğerinin yanına gitmedi. Bütün gece de köşelerine çekilip hareketsiz kaldılar. Kartal dağları ve atalarının orada hür yaşamını düşündü durdu, keklik de sıcak taşların altında büyüteceği yavrularını hayal etti.
         Ertesi gün, güneş doğarken, Dafni geldi. Thomas amcayla kafese gittiler, sularını değiştirdiler ve her kuşun önüne taze yaprak koydular.
         <<Gel şimdi>> dedi kız şefkatle kekliğe. <<Sen büyüksün, o ise yavru. Onun anası olmalısın>>.
         Kekliği eliyle yakaladı ve sessiz sakin duran kartalın yanına götürdü. Fakat elini üzerinden çekince keklik çabucak yerine döndü.
         <<İyi, iyi>>, dedi Dafni. <<Seni anlıyorum, alışıncaya kadar bekleyelim. Ama onun anası olacağını biliyorum>>.
         Böyle birkaç gün geçti, Dafni de Thomas amca da kafeste olacakları merak ve heyecanla beklediler. Bu olay seyrek taverna müşterileri arasında da duyuldu, alaca karanlık çökünce hepsi alaydan alarak soruyordu:
         <<Ne haberler var, Thomas amca, seviştiler mi seninkiler?>>
         <<Bekleyin biraz daha>>, diyordu onlara. <<Nasıl seviştiklerini göreceksiniz>>.
         Kızın güveni yavaş yavaş içinde yer etmeye başlamıştı, garip bir hisle, kuşkucu insanlara karşı kuşları savunmanın görevi olduğunu anlıyordu.
         <<Bir kartal bir keklikle! Hiç olur mu, Thomas amca?>>
         <<Kuşlarda her şey olur, derim ben. Sadece insanlarda olmuyor>>.
         Gerçekten Dafni’nin düşündüğü oldu. Birkaç gün sonra keklik analık duygusuyla öksüz ve yetim kartala önce yaklaştı, sonra kanatlarını dokundurdu, sonra da eğildi ve kartalın yeminden yemeye başladı. Sanki ona şunu diyordu: <<Eğil sen de ye!>> Kartal da eğildi ve yeminden yedi, suyunu içti, kekliğin yaptığı gibi. Yavrunun karamsar hali kayboldu, canlandı. Bir akşam yağmur çiseledi. Thomas amca içeri almak için kafese gitti. O zaman kekliğin yavru kartalı sudan korumak için kanat gerdiğini gördü.
         <<Tanrım!>> Dedi, duygulanarak. <<Bu kadarına inanmazdım. İşin buraya varacağına katiyen inanmazdım>>.
         Taverna müşterileri de bunu öğrendi ve şaşkınlık içinde birbirlerine anlattı. Tavernaya hiç gelmemiş arkadaşlarına da anlattılar. Onlar da bu şaşılacak şeyi görmek için akın akın gelmeye başladı. Git gide taverna canlandı, müşterisi arttı, her gün daha fazla büyüdü.
         <<Zaymi yoluna gidip kartalla kekliği görelim mi?>> Diyorlardı.
         <<Gidelim>>.
         Önce merakla kuşlara bakıyorlar sonra içmeye oturuyorlardı.
         <<Garip. Değil mi?>>
         <<Kartal daha ufak, ondan kekliğe bir şey yapmıyor>>, diyordu yılların tecrübesine güvenen birçok insan. <<Biraz büyüsün bakalım ondan sonra göreceğiz!>>
         <<Onu parçalayacak mı diyorsun?>>
         <<Başka ne olabilir? Hele büyüsün, onu parçalayıp yiyecek!>>
         Zaman geçiyordu, yavru kartal günden güne boy atıp büyüyordu, insanların sabırsızlığı da günden güne artıyordu. Yeni müşteriler gelmeye başladı, avluya girer girmez önce kafese bakıyorlardı ve sanki rahatları kaçmış gibi soruyorlardı:
         <<Daha olmadı mı?>>
         Herkes <<evet>> cevabını bekliyordu, sanki böylece rahatlamış olacaklardı. Sonra da aldıkları cevaptan düş kırıklığına uğruyorlardı:
         <<Hayır. Hiçbir şey olmadı>>.
         <<A, ama bu olacak! Bu olacak!>> Diyorlardı, emin olarak ve inatla. <<Çok zaman geçmez>>
         Doğadaki uyum onları heyecanlandırıp kafalarını karıştırıyordu: Güçlüler zayıfları parçalar. İnsanlarda olanın kuşlarda olmaması onları bütünüyle rahatsız ediyordu.
         Thomas amcanın içine yavaş yavaş kuşku düşmeye başladı, zayıf kalbine Dafni’nin aşıladığı inanç kayboluyordu. İki akıntı arasında kalmış çabalıyordu. Kartal şimdi artık çok büyümüştü. İsterse zahmetsizce kekliyi parçalayıp yiyebilirdi. Keklik öyle savunmasızdı ki!
         Geceleri, müşteriler gittiği zaman taverna karanlık ve ıssızdı, sık sık kafesin yanına gidiyor kulak kabartıyordu. Hiçbir şey duymuyordu, kafesin içi sessiz ve sakindi, ama gözleri karanlığa alışınca gecenin içinde parlayan kartalın gözlerindeki üzüntüyü görüyordu.
<<Acaba onu bırakmalı mıyım? Acaba kekliğimi parçalar mı?>>
         Fakat o da insandı, hemen doğruca şunu düşündü:
         <<Şayet onu bırakırsam, tanrının bana gönderdiği bütün bu bolluk elden gidecek>>, diyordu beklenmedik müşteri artışı için. <<Onları buraya çeken bir şey olmayacak o zaman>>.
 Korkarak Dafni’ye soruyor:
         <<Sen ne diyorsun? Kuşu bırakmalı mıyız?>>
Fakat düşüncelerinin tümünü, gizli hesaplarını ona söylemiyor. Ama öteki bütün küçüklüğüne rağmen, derin içgüdüsüyle adamı anlıyor.
<<Biliyorum Thomas amca, neden bana sorduğunu biliyorum. Fakat sen ne diyorsun? Keklik için mi korkuyorsun?>>
         <<Sana ne diyeyim bilmiyorum>>, diye cevaplıyor adam, karmakarışık duygular içinde dolaşıyor. <<Kartal artık büyüdü, onu bırakırsak uçabilecek. Lakin yine de...>>
<<Onu biraz daha tutabiliriz>>, diyor kız dayanma gücü göstererek. <<Bana korkacak bir şey yok gibi geliyor Thomas amca... Korkma sen>>.
 Scan10047.JPG                                                                     

        
         Bu arada öğrenip Zaymi yolunun tavernasına kuşların öyküsünü izlemeye gelen insanlar artık kendilerini tutamamaya başladılar. Düş kırıklıkları olanca açıklığıyla görülüyordu zira kartal kekliği parçalamıyordu, keklik gibi olmuştu.
         <<Ah, kardeş!>> diyorlardı iç çekerek.  <<Bu şey artık kartal değil! Keklik onu bozdu>>.
         Bir akşam şu oldu: Müşterilerden biri arkadaşlarıyla otururken çok şarap içmişti, sohbet keklik ve kartal üzerine geldiği zaman yerinden sıçradı, öfkeyle kafese doğru atıldı, elini içeri soktu, kartalı avuçlarına alıp öfkeyle bağırarak onu sarsmaya başladı:
         <<Pis yaratık! Ne oturup ona bakıyorsun ulan! Neden oturuyorsun?>>
         Thomas amca gördü, önce olanı iyi anlamadı, adam kartalı boğmaya gitti sandı, bütün kanı tepesine sıçradı. Atılıp adamı zorla kafesten uzaklaştırdı.
         <<Kuşun ne suçu var be adam!>> Diyordu öfkeden köpürerek. <<Sana ne suç işledi?>>
         Adam nerdeyse elinde kalacaktı. Masadaki arkadaşları koşup yetiştiler ve arkadaşlarını tavernacının elinden zor aldılar, sonra da hepsi öfkeyle çekip gitti. Giderken de:
         <<Bizi tavernanda bir daha görürsen iki olsun! Dediler.
         İşte bu kadar! Ertesi akşam yabancı müşteriden çok az kişi geldi ve daha ertesi akşam çok daha az. Hepsi kuşların öyküsünde kendilerince hiçbir ilginç yan bulamayarak eski inlerine geri döndü.
         Böylece bölge yeniden ıssızlaştı, akşamları sadece yine kızlarıyla beraber yıldızları seyretmeye yoksul öğrenciler geliyordu.
         Dafni o zaman Thomas amcaya şöyle dedi:
         <<Sanırım artık kartalı bırakabiliriz, gitsin>>.
         << Sanırım bana göre de öyle >>, dedi temiz kalpli Thomas amca.
         Strefis tepesine gittiler, kafesi açtılar ve kartalı bıraktılar. Dafni’nin vadisi üzerinde bir süre uçuşunu ve Türk Dağları tarafında gözden kayboluşunu izlediler.
         Thomas amca elinin tersiyle dudaklarını sildi ve Dafni’yi siyah saçlarından öptü, sanki onu kutsar gibi.

***



[1] Taverna: meyhane, içki içilebilen lokanta
[2]  Plaka: Atina’da taverna ve kafeleriyle tanınan turistik merkez.
[3] Süvari: atlı          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder